Kent Kimliğinde Galeriler ve İstanbul
Gün içinde üzerinden geçtiğimiz yollar, yemek yediğimiz restoranlar, alışveriş yaptığımız mağazalar, katıldığımız festivaller, aracımızı park ettiğimiz otoparklar veya iş çıkışı bindiğimiz toplu ulaşım araçları gibi bize bir kentte yaşadığımızı hissettiren tüm detaylar; aslında yaşadığımız şehrin hayatımızda tuttuğu yerini tanımlayan, kent kültürünü tecrübe ettiğimiz ve kent ile etkileşime girdiğimiz alanlar (experience zone) olarak tanımlanıyor.
Bir kent, insanların o kenti tecrübe etmesi için ne kadar çok alan sunar ve çekici unsur bulundurursa şüphesiz o kentte yaşayanların hayatında bir o kadar değer kazanıyor. Ancak, dünya ekonomisine ne kadar finansal katma değer vadedecek olursa olsun, hem küresel sermayenin hem de insanların bir kentte bulunması için en önemli detay o kentin sahip olduğu cazibede gizli. Şöyle ki bir kentin yatırım veya yaşam alanı olarak sahip olduğu cazibe gün geçtikçe sahip olduğu liman sayısı, çalışabilir nüfus sayısı, karayolu bağlantıları, havalimanı ve metro hattı sayısı gibi nicel metriklerle değil, vadettiği ve kültür sanat atmosferi gibi niteliksel tecrübe alanlarıyla ölçülüyor. Kentlerin kalıcı yatırım ve yaşam alanlarına dönüşmesi adına dünya çapında kültür ve sanat üzerinde temellenen kentsel politikalar ise pek tabiki Türkiye ekonomisinin başkenti olarak addedilen İstanbul için de geçerli.
Küreselleşen ekonomik dinamiklerle birlikte son 20 yıl içinde hızlı bir dönüşüm sürecinden geçen İstanbul, sanayi üretimindeki yoğun rolünü komşu kentlere devrederken özellikle finans ve hizmet sektörünün yoğun olarak ilgi gösterdiği bir metropole dönüşmüş durumda. Benzer süreçlerden geçen kimi dünya metropolleri gibi bu dönüşüm sürecini fırsata çevirmek adına İstanbul’un; iki kıtaya yayılan ve gün geçtikçe farklı tecrübelerin yaşanabileceği bir cazibe merkezi haline gelerek markalaşması, sanayisizleşme sürecinde oluşan boşluğun ise kent ekonomisinin sürdürülebilirliği için yatırım ve turisti kendine çekerek doldurmasını zorunlu kılıyor.
Kültür sanat alanları ise bu yüksek mobiliteye sahip aktörlerin İstanbul’da bulunması için motivasyon sağlayan en güçlü kent tecrübe alanlarından biri haline geliyor. Keza globalleşme ile birlikte dünyanın her yerinde aynı perakende mağazalarını bulabilen, aynı kahve zincirinden kahve satın alıp restoran zincirinde yemek yiyebilen turistler ile aynı kanun serbestisi ve benzer yatırım teşviklerine sahip olabilen yatırımcılar için bir kenti daha cazip hale getiren en büyük farklılığın kültür-sanat alanlarının zenginliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Peki Türkiye’nin kültür ve sanat başkenti olarak da nitelendirilen İstanbul, kültür sanat alanları ile kendinden beklenen bu misyonu gerçekleştirebiliyor mu? Özellikle New York, Londra, Paris, Berlin, Roma, Madrid ve Tel Aviv gibi metropol kentlerle yarış halinde olan İstanbul, yine bu kentlerde oldukça yaygın hale gelen galeriler özelinde nasıl bir performans gösteriyor?
Sayıları çoktan 100’ü aşan ve niceliksel olarak birçok Avrupa kentini geride bırakan İstanbul galerileri, konu sergilenen koleksiyonların niteliğine ve kalıcı sergilerin değerine geldiği zaman şimdilik rekabet halinde olduğu birçok şehrin arkasından geliyor. Yapılan araştırmalar İstanbul’a gelen turistlerin daha çok alışveriş turizmine ve Aya Sofya, Yerebatan Sarnıcı ya da Sultanahmet gibi alanları ziyaret ederek tarih turizmine yöneldiklerini gösteriyor. Bu noktada modern sanat alanlarının ilk tercih olarak karşımıza çıkmaması, İstanbul’un 6 bin yıla yaklaşan kent kimliğinde oldukça önemli bir yer tutması gereken kültür-sanat alanlarına yönelik yaklaşımın değişmesi gerektiğini ve iki kıtaya yayılmış bu kentin kültür-sanat alanında etkin bir cazibe merkezi haline gelmesi için atılacak daha çok adım olduğunu hatırlatıyor. Bu gerçek 2019 yıl sonu itibariyle 15 milyon ziyaretçiye ulaşarak Türkiye’nin en çok turist ağırlayan şehri olan İstanbul için, kültür-sanat alanlarına yönelik atılımlara farklı bir pencereden bakılması gerektiği gerçeğini de bizlere gösteriyor.
Avrupa’da kentlerin sokaklarına modern sanatı taşıma ve şehirleri cazibe merkezi haline getirme misyonunu üstlenen ve kamu tarafından desteklenen sanat galerileri, İstanbul’da yoğunlukla özel girişim olarak kaldığı için sınırlı sayıda sanatsever ile buluşabiliyor. Şimdilik yılda ortalama 10-15 kadar dünya çapındaki özel koleksiyona ev sahipliği yapan İstanbul, rekabet içerisinde olduğu kentlerle arasında oluşan bu açığı Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı ve Avrupa’nın en zengin koleksiyonlarından biri olan Topkapı Sarayı ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki kalıcı sergiler ile ve iki yılda bir düzenlenen İstanbul Bienali ile kapatmaya çalışıyor. Bir diğer yandan kurumsal şirketlerin kültür-sanat alanlarına yaptığı kapsamlı yatırımlar ile artan çağdaş sanat galerileri ve bu galerilerin hem yurtdışındaki hem de ülke içindeki koleksiyonlara yer vermesiyle İstanbul’un bu alandaki cazibesini gün geçtikçe arttırdığını da söylemeliyiz.
Şimdiye kadar özel girişimler sayesinde nicelik olarak olduğu gibi niteliksel olarak da bir yerlere gelen İstanbul kültür sanat alanları, özellikle yerel yönetimler ve merkezi idare tarafından kamu kaynakları üzerinden desteklenerek zenginleşme imkanına sahip gözüküyor. Keza kamunun gösterdiği destek hem kentlerin kültür sanat alanındaki cazibesini arttırıyor hem de turizm biçimlerini çeşitlendirerek yeni katma değerlerin oluşmasına kaynaklık ediyor. Örnek vermek gerekirse, 2019 yılı sonunda özel bir sanat merkezi ve Büyükşehir Belediyesi iş birliğiyle İzmir’de açılan Picasso Sergisi, 150 bine yaklaşan ziyaretçiyi ağırlayarak kent tarihinin en çok ziyaret edilen sergisi oldu. Yaklaşık 10 bin yabancı turisti ağırlayarak kentin kültür-sanat alanında markalaşmasına büyük katkı sunan sergi, İzmir’i ziyaret eden cruise gemilerinin turları arasına girdi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin doğrudan desteğini alarak kentin bu alanda bir cazibe merkezi olması için atılan büyük adımların başında geldi. İzmir örneğinde olduğu gibi, İstanbul’da da kamu desteğiyle niteliksel olarak zenginleşebilecek sanat galerileri, kent markasının büyümesi için oldukça önemli bir rol oynuyor. 21’inci yüzyılın kent algısında oldukça önemli bir yer tutan bu kent tecrübe alanlarının İstanbul genelinde desteklenmesi, kalbinden binlerce sanatçı çıkarmış ve iki imparatorluğa başkentlik yapmış bu kentin hak ettiği değere ulaşması için oldukça önemli bir adım gibi görünüyor.